Sizden GelenSizden Gelen
Sizden Gelen
Tüm Yazılar
- Yılmaz Yavuz'un Kaleminden ASİDER
11.06.2025
“ASİDER”in KURULUŞ TARİHİ
“Fikir fikire, el ele, gönül gönüle dernekçilik…”
1997 yılının sonbaharıydı. Türkiye’ye izne giden tüm gurbetçiler Avrupa’ya işine dönmüşlerdi. Berlin’de yaşıyordum. O yıl belki de sanki dernek kurmak için erkenden emekli olmuştum.
O günlerde gazetede okuduğum ve davet edildiğim Giresunlular Derneği’nin bir gecesine katıldım. Geceden çok etkilendim. Adeta büyülendim. Bir de sonradan kendi kendimden utandım!
Geceyi tertipleyenleri tebrik ettikten sonra evime döndüm. Ancak bu gecenin üzerimde bıraktığı izlenimin ağırlığı altında eziliyor, Sinoplular adına bir şeyler yapamamanın sorumluluğu içinde kendime olan saygımı yitiriyordum.
Sinoplular olarak gurbette, Avrupa’da bir hiç olduğumuz gerçeği beni bitiriyordu.
Ancak bu duygulara teslim olmamıştım. Bu bana yakışmazdı zaten. İçimde köz olan bu negatif enerji küllenerek, pozitif bir enerjiye dönüşmeliydi.
Dernekçilikte önder ve bilinçli olan Sivaslılar, Malatyalılar, Giresunlular, Ordulular, Rizeliler beni çok etkilemiş ve kamçılamışlardı.
Daha fazla zaman kaybetmeden harekete geçmeliydim. Hemi de artık emekli olmuştum. Bu iş için gün boyunca 24 saat zamanım da vardı… Bilgi ve beceri donanımım da yeterli sayılırdı…
Zaten 68 kuşağının “Bileği Taşı”yla bilenmiştim o yıllarda… Ancak bu yolda öğrenece-ğimiz çok şeyler olduğunu da inkar edemezdim…
Bu konuyla ilgilenebilecek, en az benim kadar her şeyini, maddi ve manevi gücünü ortaya koyabilecek; Avrupa’daki Sinoplu hemşerilerimi telefonla aradım. Aldığım yanıt çok müspetti:
Takriben bir yıl önce (1996 yılı sonlarında) Almanya’da Frankfurt merkezli bir derneğin “Ayancıklılar Kültür ve Yardımlaşma Derneği” adı altında bölgesel anlamda kurulduğunu öğrendim.
Buna çok sevinmiştim ve gurur duymuştum. Bizim de bir derneğimiz vardı demek ki! ‘İkinci bir dernek kurmaya gerek yok!’ diye düşünüyordum.
Ancak bu derneği yöresel kıskaçtan çıkartarak Avrupa’daki tüm Sinopluları kucaklayacak bir “Sinoplular Derneği” kurmak gerektiğine inanıyordum.
Bu görüş ve önerileri pekiştirmek, hayata geçirmek için 20 Eylül 1997 tarihinde Almanya’nın “Worms” kentinde bir düğün törenimizde, daha önce kurulmuş olan bu derneğin başkan ve yöneticileriyle bir araya gelerek kucaklaştık. Ve hasret giderdik!
32 yıldır görüşemediğim okul arkadaşımı yıllar sonra ilk defa orada gördüm. Dakikalarca birbirimize sarılı kaldık…”İşte dernekçilik ve faydaları…” dedik.
Burada aldığımız ön kararla 14 Ekim 1997’de Frankfurt’ta dernek merkezinde tekrar buluştuk.
Aldığımız kararla önce derneğin Avrupa genelinde yayılmasını ve üyelerimizin çoğalmasını, tüm Avrupa’daki Sinopluları kucaklamasını hedefledik.
Ancak teoride anlaştığımız Avrupa genelinde büyüme planlarımızı bir şekilde hayata geçiremiyorduk. Mevcut derneğin üye sayısı 72 iken bir sene gibi kısa zamanda üye sayımız 482’ye yükselmişti. Her geçen gün çoğalıyor ve güçleniyorduk. O günlerdeki derneğin yönetiminde bulunan hemşerilerimiz bu büyümeyi destekleyecekken ve de sevinecekken, içlerine sindiremediler bu büyümeyi…
Dernek büyüdükçe yönetim ve denetimin zor olacağını, derneğin ellerinden uçacağını düşünerek “Avrupalı Sinoplular” olmaktan korktular.
Bu nedenlerle Sinoplu hemşerilerimizin büyük bir çoğunluğuyla bu dernekten ayrılarak, daha önceden tüzüğünü yazıp müracaat ettiğim “SİDER” adı altında “Sinoplular Kültür ve Sosyal Yardımlaşma Derneği”ni 20 Eylül 2001 tarihinde kurarak, Iserlohn Mahkemesi’nde tescil ettirdik.
Avrupa’ya ekmek parası kazanmak için gelişimizin tam 40 yıl sonrasında nihayet; Almanya’da Iserlohn Kenti merkezli gerçek manada tüm Avrupa’daki Sinopluları kucaklayacak, onların gurur kaynağı ve güvenle gönülden desteklediği bir dernek kurulmuştu…
Kısa bir zaman sonra derneğin isminin başına “A” harfi de eklenerek (15 günlük tartışma sonucunda) ASİDER: “Avrupalı Sinoplular Kültür ve Sosyal Yardımlaşma Derneği” olarak; 02.02. 2002 tarihinde dernekçe alınan kararla; derneğin merkezini de Almanya’nın başşehri Berlin’e alarak mahkemece tescil ettirdik.
Artık bu derneğin önüne kim durabilirdi ki! Aynen Karadeniz’in dalgaları gibi coşkuluydu ASİDER… Dalga dalga yayılıyor ve büyüyordu. Önce yüzlerce üye sonra da binlerce üye ve destekçisi… Sevdalısı oldu… Yalnızca Sinoplular değildi bunlar… Sinop’u ve Sinopluları gönlünce seven, onlarca yüzlerce Anadolu insanı: Yozgatlısı, Sivaslısı, Kayserilisi, Adanalısı, Ordulusu, Giresunlusu… Anadolu’muzun tüm gurbetçileri bu derneği gönülden, maddi ve manevi olarak destekliyor, derneğe üye olmaya devam ediyorlardı…
Dernekler Türkiye’de de, Avrupa’da da 7 kişiyle kurulur. Ancak bu 7 kişi ve bu kuruluşu destekleyenler: Fikir fikire, el ele, gönül gönüle bir araya gelerek bu kuruluşun tüzüğünün altına imza koyarlar… Üzülerek belirtmeliyim ki Asider derneğimizin 7. Kişisi Halim Çoban isimli Afyonlu bir yabancıdır!..
“Dernek kurmak kolay, yaşatmak zordur.”
Bu nedenle derneklerin kuruluşunun özündeki gerçek hedeflerinin, birlik ve beraberlik tutkusunun gönüllere bir nakış gibi işlenmesi gereklidir. Yani o kıvılcımın gönüllerde parlaması gereklidir. İşte o kıvılcımı yakmak maharettir…
Ondan sonrası kolaydır. Artık bu kurum insanların gönüllerinde kabul görmüştür. Örgütün üyeleri; Memleket sevdası ve hemşeri olmanın verdiği insan sevgisiyle şu üç ana olguyu içlerine sindirmişlerdir:
1-Güven,
2-Sorumluluk,
3-Dayanışma.
Ancak bu kavramlara bağlı kalındıkça o kurum ve kuruluş varlığını sonsuza dek sürdürebilecektir. ”Tabela Derneği”, “Kahvehane Derneği” olmayacaktır.
Dernekçilik tarihinde adını en son duyuran Sinoplular olarak, yurt içinde ve yurt dışında büyük başarılar elde ettik. Üstesinden gelemeyeceğimiz, ancak Sinoplunun çok büyük gayret ve özverisiyle, birlik ve beraberlik tutkusuyla altını imzaladığımız projeleri gerçekleştirdik.
İşte Asider de Avrupa’daki Sinoplunun gururu olarak böylesi ağır, zor ve inanılmaz bir projeye imzasını atmış ve de gerçekleştirmiş, kocaman bir sivil toplum örgütüdür.
Samsun 19 Mayıs Üniversitesi’nden ayrılan, alt yapısını Asider’in hazırladığı “Sinop Üniversitesi” ; Mayıs 2007’de Rektör atanarak resmen faaliyete başladı.
Sinop Üniversitesinin Eğitim Fakültesi Binalarını Asider; Hayırsever Sinoplu ve Alman iş adamlarının yüksek maddi ve manevi katkılarıyla 30 Temmuz 2006’da 4,5 Trilyona tamamladı.
Asider’in kuruluşundan bu güne dek olduğu gibi, gelecekteki misyonu ve yegane hedefi: Eğitimdir.
Bugün Sinop Üniversitesi’nde 2.372 Öğrenci çeşitli dallarda öğrenim görmekte… Asider’in bundan sonraki kısa vadedeki hedefleri; Sinop’ta yaptığı binalarda 5.000 öğrencinin öğrenim görmesini sağlamak, uzun vadede ise; Sinop’un tüm ilçelerine fakülte veya yüksekokullar kazandırarak, 10.000’lerce öğrenciye yüksek öğrenim olanağı sağlamaktır.
Yılmaz YAVUZ
Eğitimci – Yazar
Asider Kurucu Bşk.
Kapat - Şükrü Doğru ''Destansı Mücadelenin Ürünü''
13.06.2025
SİNOP İLİNE ÜNİVERSİTE
ASİDER'İN KATKILARIYLA GELMİŞTİR.
2000'li yılların başında Sinop için çok mücadele veren ASİDER Derneği Sinop'a 6500 m²'lik alana sahip olan Eğitim Fakültesi Binasını sıfırdan yaparak (Desteği ve verdiği maddi para boyutu bunu yazmama engel değil), Üniversite şehri olma yolunda büyük bir adım atmıştır. O dönemde de birçok ilimiz bizden önce bu hakkı almasına karşın bizler de daha sonradan (Sivil Toplum Örgütlerinin de desteği ile) aldık.Bunu bilhassa bu dönemde kendilerine siyasi çıkar amacı güderek gündeme getirmeye çalışanlara bir hatırlatma olarak yazmak istedim. Sinop iline Üniversite hakkı tanımak, o il kapsamındaki okulların tamamını bu hakkı verenlerin yapması anlamına gelmediğinin altını çizmek istiyorum.
Bu eğitim fakültesinin yapımında Başta derneğimizin kurucu başkanı Yılmaz Yavuz olmak üzre; Hasan Bozkurt ve Bozkurt Ailesi, Başkan İlhami Dinçel ve Yönetim Kurulu, Başkan Cemil Akkurt ve Yönetim Kurulu'nun emekleri azımsanmayacak kadar fazladır.
Bu vesileyle derneğimizin o dönemlerinde ailelerinden çok dernekle zamanlarını tüketip emek veren ve aramızdan ayrılan Satılmış DEMİRCİ ve Hamza AÇIKGÖZ Ağabeyimi rahmetle anıyorum. Allah mekanlarını Cennet eylesin.
Şükrü DOĞRU
Asider Kurucular Kurulu ve Eski Yönetim Kurulu Üyesi
Gazeteci / Televizyon Programcısı
Kapat - Barış AYDIN '' Gurbeti Ben mi Yarattım?
17.06.2025
Pek değerli hemşehrilerim,
bir il düşünün, yaklaşık 5860 metrekare büyüklüğünde, bir tarafı denizle, bir tarafı ormanlarla çevrilmiş,mavinin ve yeşilin merkezinde bulunan saklı bir cennet. Henüz günümüzün modern sanayi tesislerine teslim olmamış, yüksek yapıların esiri olmamış bir şehir. Vukuatlarden uzak, sessiz sakin ve huzurlu bir şehir.Tarihinde filozoflar barındıran, insanların mutlu olduğu, hatta Türkiye'nin en mutlu şehri.
Bu güzide ilimizin ismi Sinop.
Bu şehri anlatmaya, demografik yapısını öğrenmeye haftalarca, hatta aylarca makaleler yazsak bile, bazı gerçekleri konuşmamız ve sorunlarını tespit edip çözüm yolları bulmamız bizim memleketimize borcumuzdur.Sinop ilimizin nüfusu yaklaşık 230 bine dayanıyor.Şehir dışında, hatta yurtdışında bulunan Sinopluların sayısına gelince ancak tahminlerde bulunabiliriz.Sadece yurtdışında yaklaşık 250 bin Sinoplu ve Sinop kökenli insanın yaşadığı, en az 400 bin Sinoplunun ise yurt içinde, başta İstanbul ve Kocaeli'nde olmak üzere yaşadığı tahmin ediliyor.Topladığımız zaman belkide bu dünyada bir milyon Sinoplu insanın yaşadığını göz önünde bulundurabiliriz.Peki böyle bir cennet vatanı bunca insan neden terk edip gitti?
Ne güzel demiş merhum Muhlis Akarsu: Yokluk beni mecbur etti, gurbeti ben mi yarattım? Ne kadar güzel ve doğal bir şehirde yaşarsan yaşa, her ne kadar Orhan Pamuk misali "İnsanın evi karnının doyduğu, kalbinin olduğu yerdedir" desek bile, maalesef gerçekler çok daha acıdır. Tarihimize baktığımızda bir çoğunuzunda bildiği üzere aslında bir sanayileşme girişimi olmuş ve uzun bir müddetçe o güzel doğaya zarar vermek pahasına bile olsa , insanlara bir ekmek kapısı açılmıştı.Tabi ki Ayancık kereste işletmelerinden bahsediyoruz.1928 yılında bir Belçikalı iş adamı tarafından yabancı sermaye ile işletmesi alınmış, en revaç döneminde binlerce insana gelir imkanı sağlamış bir yapılanma.Kurumsal yapılanması bir kaç kez değişen, bir yandan insanlara gelir kaynağı sağlarken öte yandan ise doğaya ciddi zararlar vermiş bir iş modelinden bahsediyoruz.Yaklaşık 70 sene faaliyet gösteren ama sonunda güzel şehrimizin bir çok eksiğine yenik düşen bu işletme bizlere büyük bir ders vermiştir.Başta coğrafi konumumuz ve demografik yapımızın büyükşehirlerle rekabet edecek güçte olmaması ve aynı zamanda sınırlı kaynakların , yani ağaçlarımızın, sanayinin temposuna elverişli bir şekilde rehabilitasyon görmemesi bizim için çok büyük bir dezavantaj teşkil etmektedir.Her gün onlarca kesilmiş ağacın yerine onlarca yeni ağaç dikseniz bile, zamana karşı yarışamazsınız.Peki sizlere herkezin duyduğu, ama hiç kimsenin çokta merak etmediği bir bitkiden, Yaradan'ın büyük bir nimetinden bahsetsem, dinlemeye, okumaya, ilgilenmeye ve araştırmaya ne dersiniz?Yıllar önce bir Güneydoğu Anadolu seyahatimizde hanım sağ olsun valizime yeterli çorap koymayı unutmuş.Emin olun, sürekli spor ayakkabısı giyen bir insan olarak yalın ayak spor ayakkabısı giymenizi hiç ama hiç tavsiye etmem.Bir butikte hem bütçeme uygun, hemde konforlu bir kaç çift çorap bakınırken yerli marka bir ürüne rastladım.Ne güzel şeffaf bir kumaştan yapılmış" derken üzerinde enteresan logosunu gördüm.Acaba nasıl bir ürün karışımı ve ne kadar yüksek polyester oranı vardır diye okurken karşıma birden o kelime çıktı:
Bambu / Bamboo / Bambus
Yıllar öncesinden bu bitki hakkında bir belgesel izlemiştim ve bu bitkinin bir çok ürün gurubunda kullanılmaya elverişli olduğuna dair tezler duymuştum.Fakat Güneydoğu Anadolu bölgesinde bir yerli markanın bu bitkiyi tekstil sektöründe kullanacağını asla tahmin etmezdim.Her insan, vermiş olduğu para karşılığında en iyi hizmeti görmek yada en iyi ürüne sahip olmak ister.Bir ürünün kalitesini ve fiyatını araştırırken ,bu ürünün nasıl elde edildiğini, ham maddesinin nasıl elde edildiğini, nasıl işlendiğini, yenilenebilir olup olmadığını, doğa ve çevreye açılan zararları araştırmaya merak eden bir toplum değiliz.Babamın deyimi ile "Lüzumsuz işlerle uğraşma" diyip geçeriz.Fakat ben hayatımda bir çok kez yapmış olduğum gibi yine babamı dinlemedim ve biraz araştırma yapmaya başladım.Meğer bambu dediğimiz bitki bir ağaç türü değil, bir çim türü imiş.Yani her ne kadar uzarsa uzasın, kestiğiniz takdirde aynı çimen misakı yeniden büyüyormuş.Üstelik bazı türleri hava şartlarına göre günde 30 santimetre kadar büyüye biliyormuş.Bambu bitkisinden elde edilen ürün gruplarınıda araştırırken adeta büyülendim.Meğer bizim türk ev hanımlarına uygun, ıslak temizlenmeyi çok seven bir yapısı varmış.Parke'den tekstile, mutfak ürünlerinden mobilyaya kadar bir çok sektörde ciddi bir payı varmış.Işlemesi tabiki normal bir ağaçtan yada tomruktan farklı olsada, 21. yüzyılın teknolojik imkanlarıyla çokta zorluk çıkaracak bir bitki değil.Bambu artık benim gönlümde taht kurmuştu.Fakat bu bitki nerede hangi şartlarda yetişir, bunu benden önce ülkemizde mutlaka kapsamlı bir şekilde araştırmış bir babayiğit, bir bilge insan vardır diye umutlandım.Umutlarım boşa gitmemiş.Tabiki her pazarda olduğu gibi bu pazarıda Çin Halk Cumhuriyeti domine ediyor.Çin devletinin sınırsız maddi kaynakları, yaklaşık 1,5 milyar nüfusu ve devasa yüz ölçümünde bulunan çeşitli coğrafyaları her türlü işe elverişli.Global dünyada Çin'de 5 para birimi karşılığı üretilen bir ürün, Avrupa ve başka batı ülkelerine ulaşana kadar 55 para birimine kadar yükselir.Bu işin pazarlaması, lojistiği, aracıları ve hepsinin talep ettiği bir kâr marjı var elbet.Buda dünyanın acımasız gerçeklerinden biri.Peki ya bu ürünü kendin üretecek kapasiteye ulaşıp, yurtdışında yaşayan binlerce hemşehrilerin aracılığıyla hem Avrupa'ya, hem dünyaya tanıtma imkanın varsa?Sinop'un o güzel limanlarından balık avına çıkan büyük tekne ve feribotlarla, tuna nehrinin kıyısına varıp , üretmiş olduğun ürünü direk olarak Avrupa birliğine taşıma imkanın varsa nasıl olur diye düşündüm elbette.Ama bu bitkinin bir kere hangi hava şartlarında büyüdüğünü, nelere dikkat edilmesi gerektiğini,çeşit çeşit türlerini bilmek gerekiyor.Neredeydi o en az benim kadar meraklı, bu işte uzman olan adam?Zamanında Karadeniz teknik üniversitesinde, şimdi ise Yıldız teknik üniversitesinde doçentlik yapan Dr. Mustafa Var isimli bir bilim adamının tezlerini ve araştırmalarının okudum.Meğer bu bambu denilen doğa harikası, hem nemli, hemde sıcak havaları seviyormuş.Soğuk ve karlı havalara bile dayanıklı cinsleri varmış.Üstelik bizim Karadeniz bölgesinde büyümeye çok el verişli bir bitkiymiş.Bir Sinoplu olarak hem üzülüyor, hemde düşünüyordum.Benim güzel memleketimde bırak bambu'yu, fındık bile dikilmemiş.300 kilometre doğumuzda Samsun, Ordu, Giresun gibi illerde yaşayan binlerce insan geçimini fındıktan sağlarken, bizde bırak fındığı, markete gidip ekmek alacak motivasyon bile eksik.Öte yandan ise düşünüyorum, topraklarımız o kadar bereketli olsaydı, neden yüz binlerce insanımız gurbet ellere gitti.Kendi akraba çevremde bulunan yakınlarıma ben bile zamanında; "Kaçıp gidin buradan, ne sanayisi var ne geleceği, ne doğru düzgün okulları var,nede hastaneleri, ne itfaiye sistemi var nede doğru düzgün yolu" demiştim.Affedin beni, ama bana bu cümleleri söyletenler utansın.Yaşım itibariyle, gurbette doğup büyümeme rağmen en az 50 defa Sinop'a gitmişliğim vardır.Emin olun, Kirtoz'dan girerim, Tosos'dan ( Turhan köyü) çıkarım, Cible'de ( Gökçealan) av yaparım, yol üstü Reyfaz'da tanıdıklarımın çayını icerim, tekrar döner Düzköyündeki sevdiklerimle sohbet ederim, taşlık'ta ( Doğanlı) mola veririm, Ayancık Girmahal'de ( Cevizli mahallesi ) arabamı park eder , annem babam ve eşimle birlikte Ayancık iskelesinde çay içmeye giderim.Yol üstünde en az 10 kişi bana hoşgeldin diyip halimi hatırımı sorar.Uykumu aldıktan sonra Sinop'un merkezine geçer, bir kaleye, birde şahin tepesine çıkarım, oradan Boyabat yoluna çıkar ve Sinop'un en iyi otobanında son gaz drenaz tünelinden geçip, yolda bir sırık kebabı yiyip bazalt kalesine çıkarım.Akşam olmadan Gerzede sahil keyfine hazırlanır ve belkide bir gece orada kalırım.Bakarsınız yolum Erfelek şelalesine düşer, benim işim belli olmaz.Bir Sinoplu olmanın gururunu yaşadığım gibi, memleketimi karış karış bilmekte boynumun borcu.Benim büyükdedemde Sinopluydu, dedelerim, nenelerim, annem, babam, hatta aynı şekilde eşim ve onunda takip edebildiği kadar bütün geçmişi Sinoplu.Fenerbahçenin eski yöneticisi Aziz Yıldırım'ın bir sözü vardı ya, "ben Fenerbahçe'nin ta kendisiyim" diye.
Bende Sinop'un ta kendisiyim.
Peki Sinoplu olmak neden bu kadar gurur verici?Yollarımızın hali ortada, bir itfaiye arabası alabilmek için dünyanın çabası harcanır, havalimanımız var ama sadece Istanbul güzergahında kullanılıyor.Türkeli'nin herhangi bir köyünde bir insan hastalansa rotası belli: Türkeli sağlık ocağı, Ayancık devlet hastanesi, Sinop devlet hastanesi, Samsun tıp fakültesi, ardından tekrar geriye köye cenaze namazına.
Eceli ile değil, yol yorgunluğu nedeniyle ölürüz biz.
Ama bizlere gurur veren bu olmamalı.Japon kültüründe gurur ve onur çok büyük faktörlerdir ve bir işinde başarılı olmayan bir general, bir mühendis yada bir bilim adamı, kendine Seppuku uygular.Yani kendi başarısızlığını kabul edip intihar eder.Emin olun, bizim ülkemizde böyle bir adet olsa, memlekette insan sayısı çok ciddi şekilde azalır.Peki bu Japonları bizden farklı kılan nedir?Genetik nedenlerle oluşmuş olan gözleri mi, yoksa asla okumasını bilmediğimiz harfleri mi?Acaba yemiş oldukları ramen makarna çorbasında yada o eşi benzeri olmayan wagyu dana etinde bir ilave katkı maddesi mi var diye araştırdım ama sıradışı bir şey bulamadım.Bizim meğer iki tane büyük farkımız varmış.
Dürüstlük ve çalışkanlık.
Sadece Japonya'da değil, gelişmiş ülkelerin hemen hemen hepsinde , eğer işin içinde büyük bir dümen yoksa, insanların genel anlamda dürüst olduğunu söylemek mümkün.Tabi ki her ülkede olduğu gibi bir Almanya'da, bir Hollanda'da, bir İsviçre'de siyasetçilerin vaatleri ve yaptıkları birbirine uymaz.Ama bizim ülkemizde bir siyasiyi dinlediğimiz zaman, vay be, biz Ay'a çıkmışız, Mars gezegenini zorluyoruz zannedersiniz ama belediye işçileri 4 aylık maaşını bekler ve vatandaşların çöplerini imha edecek tesisimiz bile yoktur.Dolayısıyla dürüstlük bizde olağan bir durum olması gerekirken, erdemli bir davranış durumudur.Bu cümlelerime itiraz etmek ise gaflettir.Çalışkanlık konusuna gelince:Biz stresi seven, zorluk seven, çabalamayı seven bir millet değiliz.Bizimde hassas noktalarımız var elbette.Düşünün, bir Mardin'li yada bir İzmir'li bir Sinop köyüne gelipte , orada sizlerden arazi talep edecek ve bizim insanımız buna "hayırlı olsun" diyecek?Işte buna gülerim.Bizim çalışmak için ciddi bir motivasyona ihtiyacımız var.Genelde bunlar arsa, gayrimenkul yada yeni bir araba gibi sebeplerdir.Biz sanayiyi anca şehir dışında severiz.Hiç bir insanın Sinop'a çalışmaya gittiğini duydunuz mu?Ben duymadım.Dönelim konumuza.Peki bu bambu denilen bitkiyi gerçekten tohumundan ekip, o güzel dağlarımızdan toplasak, ve tekrar toplasak, ve bir kaç gün sonra yine toplasak,ve hiç sonu gelmeyen bir nimet olarak kendimiz işleyip kendimiz pazarlasak olmaz mı?Bir tohumdan oluşan bir bitkiyi her ilçemizin ormanlarına ekip, Nasreddin hoca misali "Ya tutarsa" diyip beklesek ne zararımız olurdu?En fazla bir kaç poşet tohum kaybetmiş olurduk.
Peki gerçekten "Ya tutarsa"?
Hayalini bile kuramıyacağımız bir sanayi girişimine ilk adımı atmış olurduk ve ne memleketimizin ekosistemi, nede havası yada suyu zarar görmüş olurdu.Takdir sizindir.
Sevgi ve saygılarımla
Barış Aydın
Asider İletişim ve Teknik Ekip Başkanı
Kapat